Popüler Yayınlar

10 Temmuz 2014 Perşembe

** ABDULHAKİM ARVASİ HZ./BAĞLUM/ANKARA **

BAĞLUM
Bağlum, Ankara'nın Keçiören ilçesine bağlı  büyük bir belde  olup merkeze 13 km.  Çevre yoluna çok yakın. Bölgedeki en eski yerleşim yerlerinden biri olan Bağlum 1530 yılında Anadolu Vilayetinin Ankara kazasına bağlı  37 haneli bir köymüş. Evliyalar diyarı olan Bağlum'un belde mezarlığında Horasan’dan gelme Yakup Evliya, yine Merkez Camii avlusunda Horasan’dan gelme Yusuf ve Sadık Evliyaların türbeleri bulunmaktadır. Ayrıca İslam alimi Seyyid Abdülhakîm Arvâsî ve şair Abdürrahim Karakoç'un mezarları da belde mezarlığındadır... 


SEYYİD ABDÜLHAKİM ARSAVİ (HZ.)
Son asırda yetişen, zahir ve batın ilimlerinde kamil ve dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mahir, büyük âlim ve ruh bilgilerinin mütehassısı büyük velidir. Silsile-i aliyyenin otuz dördüncüsüdür. Babası Seyyid Mustafa Efendidir. 1865 yılında Van'ın Başkale kazasında doğdu. Arvasi hazretleri, çok sayıda talebe yetiştirdi. Bunlardan en meşhurları, Necip Fazıl Kısakürek ve Hüseyin Hilmi Işık’tır.
Abdülhakîm Arvâsî 18 Eylül 1943’te İzmir’de mecburî ikamete tâbi tutuldu. Daha sonra geçtiği Ankara'da 27 Kasım 1943’te vefat etti. Bağlum Kabristanı'nda medfundur. 


Necip Fazıl, otuz yaşına kadar yaşadığı arayış dönemi dediğimiz buhranları yılların neticesinde tanıştığı ve böylece her taşın yerine oturmaya başlamasına vesile olan Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ile 1934 yılında madde âleminde başlayan ve 1943 yılında mürşidinin vefatından sonra da mana aleminde süren hayatını anlattığı “O ve Ben” isimli eserinin ilk baskısının ismini, “Büyük Kapı” koymuştur.


Necip Fazıl’ın, Abdülhakîm Efendi’yi ve tasavvufu tanımadan önceki şiirlerinde baskın unsur, arayış, korku, yalnızlık, cinler ve periler gibi boşlukta olmanın ifadesi kavramlar iken; onu tanıdıktan sonra, Allah, tasavvufî ve dinî kavramlar arayışa cevap gibi görünür. Hatta ileri yaşlarındaki şiirlerinde ve nesirlerinde tasavvufî unsurlar başta olmak üzere dînî kavramları daha fazla özümsemiş ve içselleştirmiş bir şekilde detaylarıyla ele alır. Necip Fazıl, elinden tutarak kendisini Allah’ın ve Resulü’nün yoluna götüren ve götürürken de bu yolun tehlikelerini öğreten Abdülhakîm Arvâsî’ye, hayatının sonuna kadar tam bir teslimiyet ile sadakatini göstermiştir.


Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri Bağlum’a Defnedilişi...
Şimdi bir mesele:
Mübarek nâşın İstanbul’a nakli için resmî makama başvuruyorlar. Tahnit (ilâçlama) mecburiyeti olduğu cevabı veriliyor. İmkânsız!.. O halde?.. Şehrin belediye sanırları içinde ölenlerin Asrî Mezarlığa gömülmesi şartı var… Daha imkânsız!.. O halde?.. Kırşehir’e kaldırma ve orada bazı yakınları arasında toprağa vermeyi düşünüyorlar. Bu da resmî şarta uygun değil…
O sırada ahşap evin kapısı çalınıyor ve kim olduğu nereden geldiği, ne istediği belli olmayan ak sakallı bir adam:
— Ankara civarında Bağlum isimli bir köy vardır, diyor; orada Nakşî şeyhlerinden bir zat da medfun… Oraya götürünüz, kendilerine uygun yer orasıdır!
Ve çıkıp gidiyor. Meçhul adamın arkasından koşuyorlarsa da ele geçiremiyorlar. Bağlum, Ankara’nın belediye sınırları dışında olduğu halde, cenazeyi battaniyeye sarıp bir taksi içine atıyorlar ve en yakınlarından birkaç kişi, Bağlum nahiyesine götürüyorlar. Yolda İbrahim Arvâsi’nin Keçiören’deki köşküne uğruyorlar ve techiz tekfin işini orada yapıyorlar. Bir de bakıyorlar ki, 12 kişiden ibaret olan yakınlarının cenaze etrafındaki dairesi 500 kişiye çıkmıştır. Bunlar kimdir, nereden gelmişlerdir, ne demek isterler, hep meçhul
Efendi Hazretlerini; yalçın ve çırılçıplak Bağlum mezarlığının ilkokula bitişik köşesine, namsız nişansız, ilânsız, işaretsiz şekilde defnediyorlar.
Mübarek mezar, bugün, üzerinde yazısız bir taş olarak, her şatafattan uzak, semalara tebessüm etmektedir.

Kaynak: Necip Fazıl Kısakürek’in kitabından alınmıştır. 


"Son zamanlarda, tekkeler cahillerin eline düştü. Dinden, imandan haberi olmayanlara şeyh denildi. Din düşmanları da, bu şeyhlerin sözlerini, oyunlarını ele alarak dine hurafeler karışmıştır, dedi. Halbuki bozuk tarikatçıların sözlerini, işlerini din sanmak, bunları tasavvuf büyükleri ile karıştırmak, çok yanlıştır. Dini bilmemek, anlamamaktır. Dinde söz sahibi olmak için, Ehl-i sünnet âlimlerini tanımak, o büyüklerin kitaplarını okuyup, iyi anlayabilmek ve bildiğini yapmak lazımdır. Böyle bir âlim bulunmazsa, din düşmanları, meydanı boş bulup, din adamı şekline girer. Vaazları ile, kitapları ile, gençlerin imanını çalarak millet ve memleketi felakete götürürler." 
(Abdülhakim Arvasi Hz.) 


Bağlum-u Şerif’te bir gül kokladım,
Adın sordum "Arvas Gülü” dediler
(Abdülgani Timur)  

"Tek vakit namazımı kaçırmaktansa, bin kere ölmeyi tercih ederim."
"Namaz, aman namaz, nerede ve ne şart altında olursa olsun mutlaka namaz kılın." 
(Abdülhakim Arvasi Hz.)


Bir gün Abdülhakim Efendiye gidiyordum. Yolda, kendi kendime, Abdülhakim Efendiye arz edeyim, evliyalıkta yükselmek büyük iş, bizim küçük gayretimizle elde edilmez, himmet buyursunlar teveccüh eylesinler de, o yüksek makamlara beni kavuştursunlar diye düşünüyordum. Vardım. Bahçede yalnız oturuyorlardı. Selam verip ellerini öptüm. Yüzüme bakıp; "Tahir, şu ağaç ne ağacıdır?" buyurdu. "Manolya" dedim. "Şu nedir?" buyurdu. "Gül" dedim. "Ya Tahir, bunların suyu bir, havası bir, toprağı bir de, niçin boyları farklıdır? Mesela şu çimene ne yapılsa gül ağacı olabilir mi, gül de, manolya kadar büyür mü?" buyurdu. "Hayır efendim" dedim. "Demek ki, farklılık istidatlarından kabiliyetten geliyor. Ve demek ki, çim; ot, gül gibi, gül de manolya gibi olmaz!" buyurup tekrar bana baktılar. "Kusurumu bağışlayın efendim" dedim. 
(Talebe hatırasından) 




ŞAİR-YAZAR ABDURRAHİM KARAKOÇ  
1932 yılının Nisan ayında Kahramanmaraş ili, Elbistan ilçesinde dünyaya geldi. Dedesi, babası ve kardeşleri de şair olduğu için küçük yaşlarda şiire merak sardı. 2012 yılında vefat etti bağlum mezarlığına defnedildi.. 
KENDİ DİLİNDEN, KENDİ TARİFİ 
'Ebedî kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine 1932 yılında dünyaya gelmişim. Çocukluğum şöyle-böyle geçti. Kıt imkânlara, kıtlık yıllarına rağmen hâlâ o günleri özlerim. Birçok kimseye o yılları anlatsam, 'Özlenecek neresi var? ' diyebilirler, amma ben hep çocukluk yıllarımı sevdim. Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıstım. Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler. 
Bana gelince: Sağolsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, 'bilimsel' cüppeliler, entellektüel züppeler, millî soyguncular, sosyete parazitleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makineleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, üçkağıtçılar v.s. hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkâr etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum. Dinsizlerin değil, din düşmanlarının, yani İslâm düşmanlarının da az yardımı olmadı. Bir bakıma dinî duygularımın kuvvetlenmesine vesile oldular. En uygun zamanda yaşadığıma inanıyorum. Yardımcılarım (!) var oldukları sürece yazmaya devam edeceğim. 
Allah (cc) kısmet ederse...'


Ben Milletim uğruna adamışım kendimi 
Bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir. 
Zulüm Azrail olsa, hep Hakk'ı tutacağım 
Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.  

MİHRİBAN ŞİİRİ
Unutmak kolay mı deme
Unutursun Mihribanım
Oğlun kızın olsun hele
Unutursun Mihribanım  
Hayat böyle bir gemide
Eskiler yiter yenide 
Beni değil kendini de
Unutursun Mihribanım




Türkiye’nin neredeyse her köyünde, ilçesinde “Horasan eri” olarak anılan “Allah dostları”nın kabirleri veya adına yapılmış türbeleri vardır. Bu ulu kişilere “gazi”, “derviş”, “dede”, “baba”, “seydâ”, “velî”, “şah”, “şeyh”, “ermiş”, “seydî”, “sultan” ve “seyyid” gibi  ünvanlar verilir ve dualar bu kutlu kişilerin makamlarında yapılır. Hasta olanlar, muradı olanlar, bu makamları ziyaret ederek bu ulu kişilerin ruhaniyetlerinden istimdat umarlar.








Bağlum Merkez Camii avlusunda Horasan’dan gelme Yusuf ve Sadık Evliyaların türbeleri bulunmaktadır. 







9 Temmuz 2014 Çarşamba

*** MEMLİK KÖYÜ/GÜVENÇ GÖLETİ ***

Güvenç göletine, şehir içinden Yahyalar - Yakacık - Memlik köyü - Sarıbeyler köyü güzergahından ulaşabilirsiniz. Sarıbeyler köyü ve Güvenç köyü sınırları içinde kalan bu doğal güzellik görülmeye değer.  Yol düzergahı asfalt ve keyifli bir yolculuk sunuyor..   


Kazan İlçesine bağlı Güvenç köyü göleti hafta sonlarını huzur içinde doğayla başbaşa geçirebilmek için çok güzel bir yer..  


Her ne kadar sulama amaçlı yapılmış olsa da olta balıkçılığı ve hafta sonu pikniği için oldukça uygundur. 


Ankara'nın yanıbaşında Issız ve bakir kalmış bir mesire alanı...  








Yenimahalle Belediyesi tarafından Akçe Grup İnşaata yaptırılıp Ankaralıların hizmetine sunulan Yakacık Mesire alanı eşine az rastlanır bir mekandır. Yakacık Mesire alanı farklı konsepti, donatı elemanları ve büyüklüğüyle de göz dolduruyor.  


250.000 m2 gibi büyük bir alan üzerine kurulu mesire alanında her şey düşünülmüş durumda. Piknik alanları, spor ve oyun alanları, göletler, bitki bahçeleri ilk akla gelen yapılar arasında yerini alıyor.  












Birinci, ikinci ve üçüncü bölge olarak ayrılan mesire alanında toplam, 5 plaj voleybolu sahası, 2 çim futbol sahası ve basketbol sahası, 4 adet çocuk oyun grubu yer alıyor. 210 araç kapasiteli 2 otoparkın yer aldığı mesire alanında ayrıca 100 çift barbekü, 200 adet piknik masası, 52 adet kamelya,13 adet çeşme, 5 adet büfe yer alıyor. 

HASAN VELİ ABALI BABA TÜRBESİ/MEMLİK/ANKARA

MEMLİK KÖYÜ
Eski adı “Memlük” olan yerleşme Karyağdı Dağının güneydoğusunda, Dedeçamı tepesinin güneyinde Ankara'ya uzaklığı 14 km dir. “Memlûk”, Arapça bir kelime olup, birinin malı olan; kul, köle anlamına gelmektedir. Türklerin ilk iskan yerlerinden olan mahallede “Abalı Baba (Hacı Baba)” ve “Münir Derman” hazretlerinin kabirleri vardır.
700 yıllık geçmişe sahip, Ankara manzaralı güzel bir köydür. 


Abalı Dede'nin 1351 yılında o gunku adı Memluk olan Memlik'te doğdugu, 1426 yılında da yine doğduğu yerde 77 yasındayken ebediyete irtihal ettiğini, bütün hayatını ibadet, hayır ve hasenetten sonra bina yapımı, tamiri işleriyle devam ettiğini, tarihi kaynaklardan ögrenmis bulunuyoruz.  Bina yapımı işleriyle ilgilenirken, ABA (Sayaktan yapılmış , yakasız uzun üstlük) giydiği icin ABALI DEDE adını almıştır. Hasan Veli Abalı Baba, Yüce Allah'ın sevgili kullarından olduğuna inanılan keramet sahibi mübarek bir zattır.  


Türkiye’nin neredeyse her köyünde “Horasan eri” olarak anılan “Allah dostları”nın kabirleri veya adına yapılmış türbeleri vardır. Bu ulu kişilere “gazi”, “derviş”, “dede”, “baba”, “seydâ”, “velî”, “şah”, “şeyh”, “ermiş”, “seydî”, “sultan” ve “seyyid” gibi  ünvanlar verilir ve dualar bu kutlu kişilerin makamlarında yapılır. Allah rızası için kurbanlar bu makamlarda kesilir.  Hasta olanlar, muradı olanlar, bu makamları ziyaret ederek bu ulu kişilerin ruhaniyetlerinden istimdat umarlar.  




Abalı Baba Türbesi, psikolojik rahatsızlıkları olan kişiler tarafından sıkça ziyaret edilir. 
Anadolu’da yaygın olan “ocak tedavi” merkezidir.  


Abalı Baba, türbede üç evladı ve hanımı ile birlikte medfun... 




Bir rivayete göre; Abalı Baba, Hacı Bayram-ı Veli ile buluştuklarında sohbet esnasında, gelenlerden biri şöyle der; Ya Mübarek yerin hoş güzel, havadar fakat gölgeliğin yokmuş der, Abalı baba hemen yerinden kalkıp ocaklarda yanmakta olan üç meşe palamut ağacını alır, ayrı ayrı yerlere diker ve pürlen ya mübarek dediğinde o uçları yanmakta olan ağaçlar Allah'ın izniyle yemyeşil gölgelikli ağaçlar olurlar, gölgesinde yemeklerini yerler. 
Ağaçlar hala orada bulunuyor fakat kurumuş... 





8 Temmuz 2014 Salı

*** DR. MÜNİR DERMAN/MEMLİK KÖYÜ/ANKARA ***

1910 yılında Trabzon’da doğdu. 
Baba tarafından Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’e, anne tarafından ise Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevî adında halk tarafından “uçan şeyh” olarak bilinen bir evliyaya dayanır. Trabzon’da dört yaşından itibaren Buharalı Ömer İnan Efendi’nin manevî eğitiminde ilerlemiş ve dokuz yaşında hafız olmuştur.
Ailesinin maddî durumu iyi olduğundan, ilkokulu özel Fransız okulunda tamamladıktan sonra liseden sonra, devlet tarafından üniversite tahsili için Fransa’ya gönderilmiştir. 
Felsefe ve psikoloji eğitimi ile çok başarılı bir öğrenci olduğu için Tıp Fakültesini de bitirerek doktor olmuştur.
İlahiyat tahsilini ise Mısır El-Ezher Üniversitesinde tamamlamıştır. 
Kore Savaşları’na doktor unvanı ile katılarak hizmetlerde bulunmuştur.
Bilahare Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde hocalık yaparak felsefe dersi vermiştir. 
Kısa bir süre sonra üniversiteden ayrılarak çok sevdiği doktorluk mesleğini yapmak için Anadolu’da göreve başlamıştır. 
Uzun bir tabiplik hayatını Eskişehir’de tamamlayarak emekli olmuştur.
Türk tıbbında ilk defa kopan bir ayağı ameliyatla takarak haklı bir ulusal ve uluslararası şöhrete sahip olmuştur. 
Japonya ve Almanya’da kaldığı süre içinde birçok insanın yetişmesine katkıda bulunmuştur. 
Ayrıca, bu ülkelerde konferanslar ve vaazlar da vermiştir.
Fransızca, Almanca, Rusça ve Arapça’yı en az bu devletlerin vatandaşları kadar güzel konuşan, bu ülkelerin kültür ve edebiyatını yakından takip eden bir aydın portresi çizmiştir.
Maddî ilim denilen fen ilmine hemen her alanda vukufu, onu manevî ilimlerden alıkoymamış, bilakis eşyayı derinine inceleyen ilm-i ledün sahibi olma yönünde de gayret sarfetmiştir. 
Başta da söylediğimiz gibi ledün ilminin gelişmesine Buharalı Ömer İnan’ın bir mürşid, bir terbiye edici olarak katkıları çok büyük olmuştur.
Dr. Münir Derman Efendi, uzun müddet kaldığı Almanya’dan döndükten sonra, Ankara’da bir otel odasında mütavazi bir hayat sürmüştür. 
Hiçbir gayri menkul edinmek için çaba göstermemiştir. 
Yaşadığı müddetçe kendini şan, nam gibi afetlerden koruyarak âdeta gizlenmiştir. 
Kendi şahsına münhasır bir irşad stratejisi oluşturmuş, bağlıları sohbetlerinden faydalanmıştır. 


Dr. Münir Derman 1989 tarihinde vefat etmiş olup, mezarı Yenimahalle ilçesine bağlı Memlik Köyü’ndedir. 






Münir Derman tarafından kabir kitabesine yazılmak üzere vasiyet edilmiş olan bir şiir vardır ki; bu şiir kendi hayatının ve yaşam felsefesinin adeta özetini vermektedir. Ölüm ancak Allah dostu için bu kadar tabii olabilir.  

KABİR TAŞIM 
Bir gövde borcum var toprağa 
Verdim borcumu. 
Ruhumun toprağa borcu yok benim. 
Arama toprakda beni, ben başka yerdeyim. 
Toprağım temizdi, temiz teslim ettim borcumu. 
Bu kabir ruhumla gövdemin ayrılış yeri. 
Burada arama, burda değilim. 
Azapda değil, narda değilim. 
Sıkıntım kalmadı artık, aç ve yoksul değilim. 
Dünyada haksızlık, sefalet, açlık, sıkıntı, dertlerle arkadaş yaşadım. 
Şikayet etmedim Rabb'imden, bu nedir diye 
Kırklar, yediler, dörtler, üçlerle arkadaş idim. 
Hızır'la buluştum, konuştum, dertleştim, dünya yüzünde... 
Şikayet etmedim kendi halimden. 
Nefsinle uğraşma bu savaş değildir. 
Kabirde azabın esası budur. 
Bırak nefsini kendi haline. 
Uğraşma onunla yakışmaz sana
Gövde, nefis, ruh başka başkadır. 
Yekdiğerine karıştırıp çengelleme onları. 
Nefis dünyada kalır, gövde toprakda 
Ruh gider aslı olan Rab'bine 
Burada arama burda değilim. 
Azapda değil, narda değilim. 
Sıkıntım kalmadı, aç ve yoksul değilim. 
Gövdemi verdim toprağa borçlu değilim. 
Nefsimin de derdi dünyada kaldı. 
Üzme kendini, ben de senin gibiyim. 
Rabb'imin yanında uçar gibiyim. 


Münir Derman, ömrünü ağır riyazat ve çilelerle, büyük sıkıntılar, dertler içerisinde, insanlardan uzak, namsız, nişansız bir kul olarak geçirdiler. Tarikat kurmamışlardır. Tavır ve anlayış olarak günümüz dergah, tekke gibi kurumlaşan örgütlenmelerine rağbet etmemişler; "talebe", "mürid", "şeyh" namları altında etrafına kalabalık insan yığınları toplamamışlardır. Ancak vaazlarından ve doktorluğundan kendisini tanıyan ve hakiki seven sayılı kimseler O'na yanaşmışlar, ilminden istifade etmeye çalışmışlardır.  


Rahmetli doktor Münir Bey, abdestli gezmeyi çok severdi. 
Yolda giderken, abdesti bozulsa eve veya işyerine gitmeyi beklemez teyemmümle abdest alırdı. 
Ömür boyu ne zengin, ne fakir kimseden muayen ücreti almadı. 
“Ben devlet memuruyum, maaşım ne kadarsa onunla idare etmeliyim.” derdi. 
Münir Bey daima sofrada bir çeşit yer ve hemen doyardı. 
Yaz kış pantolon ve tişört giyer, onların temiz, ve ütülü olmasına çok dikkat ederdi. 
Çok az uyurdu. Çok güzel konuşurdu. 
Ömür boyunca Münir Bey kadar Türkçeyi güzel konuşan bir insan görmedim. 
Çok mütevazı idi. İnanılmayacak kadar temiz bir insandı. 
Bazan kendisinden o kadar güzel bir koku gelirdi ki hepimiz o kokuya hasrettik. 
Mümkün olduğu kadar yanında olmya çalışır, o ilahi kokuyu içimize çekerdik. 
Münir Bey’le beraber olup da yeni birşeyler öğrenmemek imkansızdı.
Espriyi çok severdi. Ama onlarda bile nice hikmetler gizli olurdu. 
Duası birçok hastalıkları iyi etmeye yetiyordu. 
Hayatının hiçbir döneminde parayla ilgili bir problemi olmadı.  
(Sabri Tandoğan) 


Civciv, 22 gün tavuğun altında durur eline al o yumurtayı kır içinden civciv çıkar al eline civcivi eline onunla konuş deki; Bak sen yeni doğdun daha yeni çıktın, annende şurda senin gibi kardeslerinde çıkacak, seni annen seni altına alıp besleyecek, sahibin yumurta pişirecek sana sarısını verecek yiyeceksin bahçeleri gezeceksin aylar geçecek büyüyeceksin anan gibi tavuk olacaksın sende yumurtlayacaksın, sende senin gibi civcivler çıkaracaksın.. tavuk buraya kadar inanır.. sonra efendim şu insanlar seni kesecekler, yolacaklar, haslayacaklar.. parça edip suyundan pilav yapacaklar.. şunları bunları yapacaklar seni yiyecekler desen inanmaz ona... insanlarda böyledir doğduk büyüdük yaşlandık bir gün öleceğiz.. mezarda sual var var tabi yaa buz gibi ondan sonra tartılacaksın boyun ölçülecek gramı gramına hepsi var orda hesaplar şunlar bunlar cenneti cehennemi.. hani o civcivin kesme hikayesi gibi kimse inanmaz buna insanlar gaflet içindedirler ama ister inansın ister inanması vallahide billahide olacak bu.. o yüzden dünya batıldır ahiret haktır... onun için size vasiyetimdir.. Vesveseyi içinden defedin. Ne kadar işin varsa kaza ve kadere teslim et. Sıkıntıda olanı Allah'ın lütfü feraha mutlaka ulaştırır. Allah'ın kahrı mazallah fezayı bile daraltır.  Nasıl dilerse öyle iş gören Allah'a kendini teslim et. Sonunda rıza yoluna girersin... (Münir Derman) 


"Vesveseyi bırak. Ne kadar işin ve arzun, dileğin varsa hepsini kaza ve kadere teslim et.
Kendi nasıl dilerse öyle iş gören Allah'a bırak... Ve bekle... Telaşı terket. Izdırabı, üzüntüyü kaldır. Murat yolu kendi kendine görünür, o yola düşersin. Aç kal, kimseye söyleme. Dertlerini, yoksulluklarını, ızdıraplarını söz haline geçirme. Melekler bile duymasın. Derdin olursa Hakk ile konuş, herşeye yeter. Sefalete düşersen vakur ol. Sabret. Hak'ka bile ellerini istek için kaldırma. Yalnız hamd için kaldır. Allah seni senden iyi bilir... Hakk'da erimek dünyada budur..." 1958


Münir Derman hoca, 2 Aralık 1989 Cumartesi günü Hakk'a yürüdü. Sevenleri O'nu kar yağarken sevdiği iri kar taneleri altında Ankara'nın kuzeybatısında yaklaşık 15 kilometre mesafedeki Memlik köyü yakınında toprağa verdi. Aynı kabristanda Eşi ve diğer bazı sevenlerinin de kabirleri mevcut olup sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.