BAYRAKLI BABA (KARACABEY)
Asıl adı Karacabey olan Bayraklı Baba, Osmanlı ordusunda bayraktarlık yapmıştır. 1410 yılında Karacabey, düşman tarafından sarılır, kimi şehit, kimi tutsak olur. Direnen Karacabey kurtuluşu olmadığını fark eder. Ya şehit olacak, yada düşmana esir düşecektir. Her iki ihtimalde de, taşıdığı bayrak, düşmanın eline geçecek. Ancak bayrağı “Namus” olarak nitelendiren Karacabey bayrağı küçük parçalara böler ve yutar. Bu sırada takviye kuvvetler gelir ve düşman püskürtülür. Yaralı olarak bulunan Karacabey’e, sancağın ne olduğunu sorarlar, düşmana teslim etmemek için yuttuğunu söyler. Karacabey, donanmanın merkezi olan Gelibolu’da sahile yakın bir yere gömülmüş ve vasiyeti üzerine mezarı bayraklarla donatılmıştır. Rivayet nasıl olursa olsun, Bayraklı Baba’nın mezarı, bayraklarla dua etmeye gelen vatandaşlarla dolup taşıyor...
Karacabey, Gelibolu’nun Hamzabey koyuna bakan yönünde astsubay gazinosunun bitişiğinden inen beton dar bir yolun altında bayraklarla donatılmış, küçük bir bahçenin içinde bulunan mermer bir mezarda yatmaktadır.
Gelibolu ilçesindeki Namazgah bir açık hava camiisidir. Namazgah 1407 yılında İskender Bey tarafından sefere çıkan Azepler için yaptırıldı. Gelibolu'da fener mevkiinde boğaz manzarasında inşaa edilmiştir. Namazgah'ın girişinde mermer bir kapı bulunmaktadır. Kapının üzerinde de kitabesi bulunmaktadır. Günümüzdede genellikle yaz mevsimlerinde kılınan teravih namazları burada kılınmaktadır...
YAZICIZADE MEHMET-İ BİCAN
Yazıcızade Mehmet, 15. yüzyılın ilk yarısında Sultan II. Murat ve Fatih devirlerinde yaşamış bir gönül eridir. Babası, devlet hizmetinde o zaman için önemli bir görev alan katiplik görevinde bulunduğundan "Yazıcızade" lakabıyla anılmıştır. Malkara' da doğmuş ve Gelibolu' da yerleşmiştir.
Yazıcızade Mehmet, devrinin ilimlerini öğrenmiş, Arapça ve Farsça bilmektedir. Onun gözlerini başka bir dünyaya açan, gönül dünyasını uyandıran kimse ise Hacı Bayram Veli oImuştur. Bir şikayet sonucu sorgulanmak uzere Ankara'dan, o zaman Osmanlı'nın başkenti olan Edirne'ye getirilmiş olan Hacı Bayram, II. Murat tarafından izzet ve ikram görmüştü. Henüz istanbul alınmamıştır; Edirne yolculuğu Çanakkale-Gelibolu üzerinden yapılıyordu. İşte bu sırada Yazıcızade Mehmet kendisine intisap ile manevi dünyasını geliştirmeye başlamıştır. Hocasını;
"Cihanın kutbu mahı Hacı Bayram
Cihanın şeyhi şahı Hacı Bayram" diye över.
(Hacı Bayram-ı Veli'nin kabri Ankara/Ulus'tadır.)
Mehmet-i Bican'ı unutturmayan asıl sebep onun Muhammediye adlı meşhur eseridir. Kitapta yaradılış, peygamberler ve bilhassa Hz. Muhammed (s.a.v.)'in hayatı, rmucizeleri ve başka bir takım dini konular yer alır. Bu manzum kitap Hz. Peygamber'in, rüyasında Yazıcızade' ye yaptığı telkin, işaret ve irşad sonucu yazılmaya başlanmıştır.
Muhammediye, beş yüz yıl boyunca Türkçe'nin konuşulduğu hemen bütün İslam ülkelerinde okunmuş ve çevilmiştir. Halkın dini kültürünün temel kaynaklarından biri oIan Muhammediye Anadolu, Balkanlar, Maveraünnehir, Kırım, Kazan ve Başkurt Türkleri arasında büyük şöhret kazanmıştır.
Radyo ve televizyonun olmadığı devirlerde, çeşidi toplantılarda, aile içinde akşamları, uzun kış gecelerinde, bazen özel bir melodi ile Muhammediye okunur ve topluca dinlenirdi. Böylece ortak bir dinı bilgi ve duygu ortamından herkes bir şeyler alırdı.
YAZICIZADE AHMET-İ BİCAN
Yazıcızade Mehmed'in kardeşidir. Ahmet Bican'da abisinin yolundan devam etmiştir.
Tasavvuf bir manevi eğitim işidir. İnsanın ruhi-manevi yönünü geliştirmek için zaman zaman belli sürelerle yalnızlığa çekilmek gerekir. Bu sırada mümkün olduğu kadar az yenip içilerek, ibadet ve tefekkürle vakit geçirilir. Bunun bir adıda "çileye soyunmak/çile çıkarmak"tır. Bu işin yapıldığı mekanlara" çilehane" denir.
Çilehaneler bazan yerleşim bölgelerinden uzak ve kaya oyuklarında olabilir. Yazıcıoğlu Ahmet'in çilehanesi böyledir. Gelibolu' da, Hamzakoyu sahillerinde büyük bir kaya blokuna oyulmuş, birbirine geçen iki hücreden ibarettir.
"Bican" yani "cansız" Iakabının verilmesi, tasavvuf yoluna
girdikten sonra, ilahı aşkını' artırmak için çok perhiz yapmasına bağlanır. Sonunda çok zayıflaması ile adeta cansız denecek kadar inceldiği söylenir. Ağabeyi Mehmet Efendinin ölümünden sonra eserlerinde devamlı Türkçe kullanmıştır. Ağabeyinin Megarib-üz Zaman adlı eserini Türkçe’ye çevirmiştir.
2 yorum:
Merhaba,
Araştırmamızın ilk aşaması sayenizde tamamlandı. Cevaplarınız da (yorumlar da) açıldı. Tekrar teşekkürlerimi sunarken başarılar dilerim.
Biz iste boyle bayragina duskun bir memleketiz. Hikayeyi gururlanarak okudum.
Yorum Gönder