10 Temmuz 2014 Perşembe

** ABDULHAKİM ARVASİ HZ./BAĞLUM/ANKARA **

BAĞLUM
Bağlum, Ankara'nın Keçiören ilçesine bağlı  büyük bir belde  olup merkeze 13 km.  Çevre yoluna çok yakın. Bölgedeki en eski yerleşim yerlerinden biri olan Bağlum 1530 yılında Anadolu Vilayetinin Ankara kazasına bağlı  37 haneli bir köymüş. Evliyalar diyarı olan Bağlum'un belde mezarlığında Horasan’dan gelme Yakup Evliya, yine Merkez Camii avlusunda Horasan’dan gelme Yusuf ve Sadık Evliyaların türbeleri bulunmaktadır. Ayrıca İslam alimi Seyyid Abdülhakîm Arvâsî ve şair Abdürrahim Karakoç'un mezarları da belde mezarlığındadır... 


SEYYİD ABDÜLHAKİM ARSAVİ (HZ.)
Son asırda yetişen, zahir ve batın ilimlerinde kamil ve dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mahir, büyük âlim ve ruh bilgilerinin mütehassısı büyük velidir. Silsile-i aliyyenin otuz dördüncüsüdür. Babası Seyyid Mustafa Efendidir. 1865 yılında Van'ın Başkale kazasında doğdu. Arvasi hazretleri, çok sayıda talebe yetiştirdi. Bunlardan en meşhurları, Necip Fazıl Kısakürek ve Hüseyin Hilmi Işık’tır.
Abdülhakîm Arvâsî 18 Eylül 1943’te İzmir’de mecburî ikamete tâbi tutuldu. Daha sonra geçtiği Ankara'da 27 Kasım 1943’te vefat etti. Bağlum Kabristanı'nda medfundur. 


Necip Fazıl, otuz yaşına kadar yaşadığı arayış dönemi dediğimiz buhranları yılların neticesinde tanıştığı ve böylece her taşın yerine oturmaya başlamasına vesile olan Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ile 1934 yılında madde âleminde başlayan ve 1943 yılında mürşidinin vefatından sonra da mana aleminde süren hayatını anlattığı “O ve Ben” isimli eserinin ilk baskısının ismini, “Büyük Kapı” koymuştur.


Necip Fazıl’ın, Abdülhakîm Efendi’yi ve tasavvufu tanımadan önceki şiirlerinde baskın unsur, arayış, korku, yalnızlık, cinler ve periler gibi boşlukta olmanın ifadesi kavramlar iken; onu tanıdıktan sonra, Allah, tasavvufî ve dinî kavramlar arayışa cevap gibi görünür. Hatta ileri yaşlarındaki şiirlerinde ve nesirlerinde tasavvufî unsurlar başta olmak üzere dînî kavramları daha fazla özümsemiş ve içselleştirmiş bir şekilde detaylarıyla ele alır. Necip Fazıl, elinden tutarak kendisini Allah’ın ve Resulü’nün yoluna götüren ve götürürken de bu yolun tehlikelerini öğreten Abdülhakîm Arvâsî’ye, hayatının sonuna kadar tam bir teslimiyet ile sadakatini göstermiştir.


Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri Bağlum’a Defnedilişi...
Şimdi bir mesele:
Mübarek nâşın İstanbul’a nakli için resmî makama başvuruyorlar. Tahnit (ilâçlama) mecburiyeti olduğu cevabı veriliyor. İmkânsız!.. O halde?.. Şehrin belediye sanırları içinde ölenlerin Asrî Mezarlığa gömülmesi şartı var… Daha imkânsız!.. O halde?.. Kırşehir’e kaldırma ve orada bazı yakınları arasında toprağa vermeyi düşünüyorlar. Bu da resmî şarta uygun değil…
O sırada ahşap evin kapısı çalınıyor ve kim olduğu nereden geldiği, ne istediği belli olmayan ak sakallı bir adam:
— Ankara civarında Bağlum isimli bir köy vardır, diyor; orada Nakşî şeyhlerinden bir zat da medfun… Oraya götürünüz, kendilerine uygun yer orasıdır!
Ve çıkıp gidiyor. Meçhul adamın arkasından koşuyorlarsa da ele geçiremiyorlar. Bağlum, Ankara’nın belediye sınırları dışında olduğu halde, cenazeyi battaniyeye sarıp bir taksi içine atıyorlar ve en yakınlarından birkaç kişi, Bağlum nahiyesine götürüyorlar. Yolda İbrahim Arvâsi’nin Keçiören’deki köşküne uğruyorlar ve techiz tekfin işini orada yapıyorlar. Bir de bakıyorlar ki, 12 kişiden ibaret olan yakınlarının cenaze etrafındaki dairesi 500 kişiye çıkmıştır. Bunlar kimdir, nereden gelmişlerdir, ne demek isterler, hep meçhul
Efendi Hazretlerini; yalçın ve çırılçıplak Bağlum mezarlığının ilkokula bitişik köşesine, namsız nişansız, ilânsız, işaretsiz şekilde defnediyorlar.
Mübarek mezar, bugün, üzerinde yazısız bir taş olarak, her şatafattan uzak, semalara tebessüm etmektedir.

Kaynak: Necip Fazıl Kısakürek’in kitabından alınmıştır. 


"Son zamanlarda, tekkeler cahillerin eline düştü. Dinden, imandan haberi olmayanlara şeyh denildi. Din düşmanları da, bu şeyhlerin sözlerini, oyunlarını ele alarak dine hurafeler karışmıştır, dedi. Halbuki bozuk tarikatçıların sözlerini, işlerini din sanmak, bunları tasavvuf büyükleri ile karıştırmak, çok yanlıştır. Dini bilmemek, anlamamaktır. Dinde söz sahibi olmak için, Ehl-i sünnet âlimlerini tanımak, o büyüklerin kitaplarını okuyup, iyi anlayabilmek ve bildiğini yapmak lazımdır. Böyle bir âlim bulunmazsa, din düşmanları, meydanı boş bulup, din adamı şekline girer. Vaazları ile, kitapları ile, gençlerin imanını çalarak millet ve memleketi felakete götürürler." 
(Abdülhakim Arvasi Hz.) 


Bağlum-u Şerif’te bir gül kokladım,
Adın sordum "Arvas Gülü” dediler
(Abdülgani Timur)  

"Tek vakit namazımı kaçırmaktansa, bin kere ölmeyi tercih ederim."
"Namaz, aman namaz, nerede ve ne şart altında olursa olsun mutlaka namaz kılın." 
(Abdülhakim Arvasi Hz.)


Bir gün Abdülhakim Efendiye gidiyordum. Yolda, kendi kendime, Abdülhakim Efendiye arz edeyim, evliyalıkta yükselmek büyük iş, bizim küçük gayretimizle elde edilmez, himmet buyursunlar teveccüh eylesinler de, o yüksek makamlara beni kavuştursunlar diye düşünüyordum. Vardım. Bahçede yalnız oturuyorlardı. Selam verip ellerini öptüm. Yüzüme bakıp; "Tahir, şu ağaç ne ağacıdır?" buyurdu. "Manolya" dedim. "Şu nedir?" buyurdu. "Gül" dedim. "Ya Tahir, bunların suyu bir, havası bir, toprağı bir de, niçin boyları farklıdır? Mesela şu çimene ne yapılsa gül ağacı olabilir mi, gül de, manolya kadar büyür mü?" buyurdu. "Hayır efendim" dedim. "Demek ki, farklılık istidatlarından kabiliyetten geliyor. Ve demek ki, çim; ot, gül gibi, gül de manolya gibi olmaz!" buyurup tekrar bana baktılar. "Kusurumu bağışlayın efendim" dedim. 
(Talebe hatırasından) 




ŞAİR-YAZAR ABDURRAHİM KARAKOÇ  
1932 yılının Nisan ayında Kahramanmaraş ili, Elbistan ilçesinde dünyaya geldi. Dedesi, babası ve kardeşleri de şair olduğu için küçük yaşlarda şiire merak sardı. 2012 yılında vefat etti bağlum mezarlığına defnedildi.. 
KENDİ DİLİNDEN, KENDİ TARİFİ 
'Ebedî kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine 1932 yılında dünyaya gelmişim. Çocukluğum şöyle-böyle geçti. Kıt imkânlara, kıtlık yıllarına rağmen hâlâ o günleri özlerim. Birçok kimseye o yılları anlatsam, 'Özlenecek neresi var? ' diyebilirler, amma ben hep çocukluk yıllarımı sevdim. Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıstım. Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler. 
Bana gelince: Sağolsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, 'bilimsel' cüppeliler, entellektüel züppeler, millî soyguncular, sosyete parazitleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makineleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, üçkağıtçılar v.s. hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkâr etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum. Dinsizlerin değil, din düşmanlarının, yani İslâm düşmanlarının da az yardımı olmadı. Bir bakıma dinî duygularımın kuvvetlenmesine vesile oldular. En uygun zamanda yaşadığıma inanıyorum. Yardımcılarım (!) var oldukları sürece yazmaya devam edeceğim. 
Allah (cc) kısmet ederse...'


Ben Milletim uğruna adamışım kendimi 
Bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir. 
Zulüm Azrail olsa, hep Hakk'ı tutacağım 
Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.  

MİHRİBAN ŞİİRİ
Unutmak kolay mı deme
Unutursun Mihribanım
Oğlun kızın olsun hele
Unutursun Mihribanım  
Hayat böyle bir gemide
Eskiler yiter yenide 
Beni değil kendini de
Unutursun Mihribanım




Türkiye’nin neredeyse her köyünde, ilçesinde “Horasan eri” olarak anılan “Allah dostları”nın kabirleri veya adına yapılmış türbeleri vardır. Bu ulu kişilere “gazi”, “derviş”, “dede”, “baba”, “seydâ”, “velî”, “şah”, “şeyh”, “ermiş”, “seydî”, “sultan” ve “seyyid” gibi  ünvanlar verilir ve dualar bu kutlu kişilerin makamlarında yapılır. Hasta olanlar, muradı olanlar, bu makamları ziyaret ederek bu ulu kişilerin ruhaniyetlerinden istimdat umarlar.








Bağlum Merkez Camii avlusunda Horasan’dan gelme Yusuf ve Sadık Evliyaların türbeleri bulunmaktadır. 







Hiç yorum yok: