11 Nisan 2012 Çarşamba

*** BODRUM KALESİ VE SUALTI ARKEOLOJİ MÜZESİ ***

Muğla Bodrum ilçesinde bulunan kale, iki liman arasında üç tarafı denizle çevrili kayalık bir yarımada üzerinde yer almaktadır. Bodrum’un 1402’de Rodos Şövalyeleri tarafından ele geçirilişinden hemen sonra başlanan kalenin ilk duvarlarını Alman Mimar Heinrich Sclegelhold (1415-1437) yapmış, onu izleyen yıllarda ise kale yenilenmiştir. 
Halikarnassos’ta bir deprem sonucunda yıkılan Maussollos’un mezar anıtının taş blokları, heykelleri, kabartmaları, mimari parçaları bu kalenin yapımında kullanılmıştır...  


Kalenin birinci kapısının iç tarafında bulunan üçlü arma grubunun ortasındaki arma, kale komutanı Jaques Gatineau’ya aittir. Bunun üzerindeki iki arslanlı arma ise, devlet başkanı Gui de Blanchfort’a aittir. Bu armaların altındaki Latince kitabede; 
“İnanç, Katolik Kilisesi adına burada Gatineau tarafından korunacaktır” yazılıdır. 


Bu kapının üzerinde de en üstte taçlı bir kartalın olduğu üçlü bir arma grubu bulunmaktadır. Bu armalar; Fabrizio del Carretto (1513-1521), Cornelius Hamberoeck (1517-1518), Jacques Aylmer De La Chevalerie’e aittir.  






İNGİLİZ KULESİ 
Kalenin kuzeydoğu köşesinde İngiliz Kulesi bulunmaktadır. Kulenin temelleri ana kaya üzerine oturtulmuştur. Üç katlı olan kulenin batısında biri sur dışında, diğeri de kuzeyde iç kalede olmak üzere iki girişi vardır.  Bodrum Kalesi’nde İngiliz Kulesi dışında Yılanlı Kule, İtalyan Kulesi, Fransız Kulesi ve Alman Kulesi bulunmaktadır. Kalenin en eski kulesi olan Yılanlı Kuleye, girişinin yanındaki yılan kabarmasından ötürü bu isim verilmiştir. Fransız Kulesi ile İtalyan Kulesi daha geç dönemde yapılmıştır. İngiliz Kulesi yakın tarihlerde onarılmıştır.  


Ziyaretçi, kapıdan adımını attığı andan itibaren kendini başka bir çağda bulur. İngiliz kulesinin üst katı, 500 yıllık bir geçmişi yansıtacak şekilde düzenlenmiştir. Özel günlerde leydi ve şövalye giysili görevliler ziyaretçileri karşılamakta, Ortaçağ giysilerine bürünmüş hizmetkârlar, konuklara ikramlarda bulunmaktadır. Büyük masa üzerinde özel bir kap içinde tütsü yakılmakta, salon mumlarla aydınlatılmakta ve çağın müziği çalınmaktadır. Böylece beş duyu organına hitap eden bir sergileme burada gerçekleştirilmiş olmaktadır...


Kapıyı solumuza alacak şekilde oturduğumuzda, sol üstte görülen bayraklar, üstad-ı azamların armalarıdır. Sağda ise Selçukluların Osmanlılara verdikleri sancaktan başlayarak, Osmanlı Türklerince XVI. yüzyılda donanmada kullanılan üç hilalli yeşil sancak ve Türk bayrağının son şeklini almasına kadar süren 300 yıllık dönemdeki bayraklar yer almaktadır...  




BODRUM ŞAPELİ (KÜÇÜK KİLİSE) 
Bodrum Kalesi’nin avlusunda bulunan şapel, kalenin yapımıyla birlikte 1402-1437 yıllarında şövalyeler tarafından gotik üslupta yapılmıştır. Bodrum Kalesi ve yöresi Osmanlılar tarafından ele geçirildikten sonra, Osmanlı geleneğine uyularak yanına bir minare eklenmiş ve camiye dönüştürülmüştür. Evliya Çelebi 1671’de Bodrum’a geldiğinde bu caminin Süleymaniye Camisi olarak tanındığını belirtmiştir... 


I.Dünya Savaşı sırasında Fransız savaş gemilerinin Bodrum’u bombalaması sırasında şapel kısmen yanmış, minaresi yıkılmış, İspanyol şövalyelerinden kalan ahşap bezemeler de yanmıştır. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi yönetiminde bu şapel “Tunç Devri Salonu” olarak düzenlenmiş ve burada MÖ.3000-2000 yıllarına ait eserler sergilenmiştir. Daha sonra bu sergileme kaldırılarak, yerine MS.VII.yüzyıla ait bir Roma gemisinin bire bir örneği yapılmış ve 1958 yılında Prof.Dr.George F.Bass başkanlığında yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkan eserler burada sergilenmiştir... 


Bodrum müzesi  içinde  “Serçe Limanı Cam Batığı” adı altında, kurtarma kazısı sırasında deniz dibindeki batık geminin yüklerinin büyük bir bölümü, müzeyi ziyaret edenlerin görüşüne büyük bir özenle sunulmak üzere sergilenmektedir...  




Dördüncü kapının karşısında Liman Kulesi nişi içerisine bir Roma komutanının heykeli yerleştirilmiştir. 


GATINEAU KULESİ… 
Gatineau Kulesi ise kule komutanlarından Jacques Gatineau tarafından yaptırılmıştır (1512-1514). Gatineau kulesi top mazgalları kapatılıp, hava bacaları tıkandıktan sonra, 1513-1522 yılları arasında zindan (işkence odası) olarak kullanılmıştır. Kulenin alt katında deniz seviyesine kadar inen birbirleri ile bağlantılı iki zindanı bulunmaktadır. 


Zindana 23 basamakla inilmektedir.  Kalenin 5 Ocak 1523 yılında Türklerin eline geçmesinden sonra Türkler, burada yıllarca işkence görerek yaşamlarını yitiren soydaşlarının acısını unutmak için  kuleye inen merdivenlerin sonundaki iç kapıyı taşla örerek, işkence odasını kapatmıslardır. Bodrum müzesi, bu duvarı 470 yıl sonra açarak işkence odasına girmiştir. Kule içindeki dolgu toprağın boşaltılması sırasında mahkumların ayağına bağlanan zincir ve gülleler ile insan iskeletleri bulunmuştur... 


Zindana girildiğinde, kapı önündeki balkondan işkence odası izlenmektedir. Sol ve sağ duvarlar içinde ikişer hücre (eski top mazgalları) bulunmaktadır. Her hücre üzerinde hava bacası vardır. Sol taraftaki ilk baca, arma ile kapatılmıştır. Odanın kuzeybatı köşesinde darağacı çukuru, çukurun önünde tabutluk, yerde prangalı gülle, duvarda prangalı kelepçe ve tavanda asılı darağacı kafesi görülmektedir. Burada yer alan manken, zindancı başı ve mahkumlar ışık oyunları ile birlikte ilgi çekmektedir. 


Müzenin kahvesi.. 




Yorgunluk kahvesi.. :)

2 Nisan 2012 Pazartesi

*** GELİBOLU/BAYRAKLI BABA ***

BAYRAKLI BABA (KARACABEY)
Asıl adı Karacabey olan Bayraklı Baba, Osmanlı ordusunda bayraktarlık yapmıştır. 1410 yılında Karacabey, düşman tarafından sarılır, kimi şehit, kimi tutsak olur. Direnen Karacabey kurtuluşu olmadığını fark eder. Ya şehit olacak, yada düşmana esir düşecektir. Her iki ihtimalde de, taşıdığı bayrak, düşmanın eline geçecek. Ancak bayrağı “Namus” olarak nitelendiren Karacabey bayrağı küçük parçalara böler ve yutar. Bu sırada takviye kuvvetler gelir ve düşman püskürtülür. Yaralı olarak bulunan Karacabey’e, sancağın ne olduğunu sorarlar, düşmana teslim etmemek için yuttuğunu söyler. Karacabey, donanmanın merkezi olan Gelibolu’da sahile yakın bir yere gömülmüş ve vasiyeti üzerine mezarı bayraklarla donatılmıştır. Rivayet nasıl olursa olsun, Bayraklı Baba’nın mezarı, bayraklarla dua etmeye gelen vatandaşlarla dolup taşıyor... 


Karacabey, Gelibolu’nun Hamzabey koyuna bakan yönünde astsubay gazinosunun bitişiğinden inen beton dar bir yolun altında bayraklarla donatılmış, küçük bir bahçenin içinde bulunan mermer bir mezarda yatmaktadır. 




Gelibolu ilçesindeki Namazgah bir açık hava camiisidir. Namazgah 1407 yılında İskender Bey tarafından sefere çıkan Azepler için yaptırıldı. Gelibolu'da fener mevkiinde boğaz manzarasında inşaa edilmiştir. Namazgah'ın girişinde mermer bir kapı bulunmaktadır. Kapının üzerinde de kitabesi bulunmaktadır. Günümüzdede genellikle yaz mevsimlerinde kılınan teravih namazları burada kılınmaktadır...




YAZICIZADE MEHMET-İ BİCAN
Yazıcızade Mehmet, 15. yüzyılın ilk yarısında Sultan II. Murat ve Fatih devirlerinde yaşamış bir gönül eridir. Babası, devlet hizmetinde o zaman için önemli bir görev alan katiplik görevinde bulunduğundan "Yazıcızade" lakabıyla anılmıştır. Malkara' da doğmuş ve Gelibolu' da yerleşmiştir.
Yazıcızade Mehmet, devrinin ilimlerini öğrenmiş, Arapça ve Farsça bilmektedir. Onun gözlerini başka bir dünyaya açan, gönül dünyasını uyandıran kimse ise Hacı Bayram Veli oImuştur. Bir şikayet sonucu sorgulanmak uzere Ankara'dan, o zaman Osmanlı'nın başkenti olan Edirne'ye getirilmiş olan Hacı Bayram, II. Murat tarafından izzet ve ikram görmüştü. Henüz istanbul alınmamıştır; Edirne yolculuğu Çanakkale-Gelibolu üzerinden yapılıyordu. İşte bu sırada Yazıcızade Mehmet kendisine intisap ile manevi dünyasını geliştirmeye başlamıştır. Hocasını;
"Cihanın kutbu mahı Hacı Bayram
Cihanın şeyhi şahı Hacı Bayram" diye över. 
(Hacı Bayram-ı Veli'nin kabri Ankara/Ulus'tadır.) 


Mehmet-i Bican'ı unutturmayan asıl sebep onun Muhammediye adlı meşhur eseridir. Kitapta yaradılış, peygamberler ve bilhassa Hz. Muhammed (s.a.v.)'in hayatı, rmucizeleri ve başka bir takım dini konular yer alır. Bu manzum kitap Hz. Peygamber'in, rüyasında Yazıcızade' ye yaptığı telkin, işaret ve irşad sonucu yazılmaya başlanmıştır.
Muhammediye, beş yüz yıl boyunca Türkçe'nin konuşulduğu hemen bütün İslam ülkelerinde okunmuş ve çevilmiştir. Halkın dini kültürünün temel kaynaklarından biri oIan Muhammediye Anadolu, Balkanlar, Maveraünnehir, Kırım, Kazan ve Başkurt Türkleri arasında büyük şöhret kazanmıştır.
Radyo ve televizyonun olmadığı devirlerde, çeşidi toplantılarda, aile içinde akşamları, uzun kış gecelerinde, bazen özel bir melodi ile Muhammediye okunur ve topluca dinlenirdi. Böylece ortak bir dinı bilgi ve duygu ortamından herkes bir şeyler alırdı. 


YAZICIZADE AHMET-İ BİCAN 
Yazıcızade Mehmed'in kardeşidir. Ahmet Bican'da abisinin yolundan devam etmiştir.

Tasavvuf bir manevi eğitim işidir. İnsanın ruhi-manevi yönünü geliştirmek için zaman zaman belli sürelerle yalnı­zlığa çekilmek gerekir. Bu sırada mümkün olduğu kadar az yenip içilerek, ibadet ve tefekkürle vakit geçirilir. Bunun bir adıda "çileye soyunmak/çile çıkarmak"tır. Bu işin yapıldığı mekanlara" çilehane" denir.
Çilehaneler bazan yerleşim bölgelerinden uzak ve kaya oyuklarında olabilir. Yazıcıoğlu Ahmet'in çilehanesi böyledir. Gelibolu' da, Hamzakoyu sahillerinde büyük bir kaya blokuna oyulmuş, birbirine geçen iki hücreden ibarettir.

"Bican" yani "cansız" Iakabının verilmesi, tasavvuf yoluna
girdikten sonra, ilahı aşkını' artırmak için çok perhiz yapmasına bağlanır. Sonunda çok zayıflaması ile adeta cansız denecek kadar inceldiği söylenir. Ağabeyi Mehmet Efendinin ölümünden sonra eserlerinde devamlı Türkçe kullanmıştır. Ağabeyinin Megarib-üz Zaman adlı eserini Türkçe’ye çevirmiştir.